MEHMET AKSEL'DEN

Sürdürülebilirliğin samimi hali

29.04.2021

Köşe komşum Erdal Güven’in ‘Sürdürülebilirlik’ konusunda geçen hafta yazdığı yazısını baştan sona dikkatlice okudum.

Hemen sonrasında yazısının merkezine oturan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) 2015 yılının eylül ayında açıkladığı ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ndeki 17 ana maddeyi tekrar bir hatırlamak amacıyla sitesine şöyle bir göz attım (Hani öyle inceledim falan gibi şaşalı kelimeler yazmak istemiyorum çünkü bence bunların incelenecek falan bir durumu yok, son derece basitler).

 

Bakalım neymişler.

Yoksulluğa Son
Açlığa Son
Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam
Nitelikli Eğitim
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Temiz Su ve Sanitasyon
Erişilebilir ve Temiz Enerji
İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme
Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı
Eşitsizliklerin Azaltılması
Sürdürülebilir Şehir ve Topluluklar
Sorumlu Üretim ve Tüketim
İklim Eylemi
Sudaki Yaşam
Karasal Yaşam
Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar
Amaçlar için Ortaklıklar

Sanırım hiçbir aklı başında insan ya da kurum bu 17 maddeden herhangi birine itiraz etmez.

O zaman ben neden bunları yazarken gülüyorum?

Düşünün lütfen.

Bildiğimiz ve yakından takip ettiğimiz kaç marka gerçekten içselleştirerek bu amaçlara hizmet eden bir proje yürütüyor?

Birçok gazetenin ekonomi ve reklam sayfası yine birçok şirketin sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik projelerinin anonsuyla dolu. Ama aynı gazetelerin gündem sayfalarında da aynı şirketlerin çalışanlarının çalışma koşullarının kötülüğünü okuyoruz gün be gün ne yazık ki.

Pek çok şirket ‘sosyal sorumluluk’ diye reklam yapıyor, samimiyetsiz ve içi boş kavramlarla PR peşinde koşuyor ve altından kalkamayacağı ya da sürdürülmesi imkansız havalı projeleri gururla üstlendiğini açıklıyor.

Bunları biraz dikkatle sorguladığımızda ise ne bu insanlarda bir ölçü bilgisi görüyoruz, ne de samimiyet hissediyoruz üzülerek. Sanırım amaç sadece daha yüksek haber değeri taşıması.

Ölçü yok, çünkü, üstlendiği (üstlendiğini açıkladığı) projenin ölçüsüyle kendi ölçüleri arasındaki boyut farkını göremiyor.

Samimiyet yok, çünkü, bir tarafta göğsünü gere gere sosyal sorumluluk projelerini açıklayıp diğer tarafta çalışanlarını bile umursamıyor, hatta süründürüyor.

Bir yanda bağıra bağıra sosyal sorumluluk projelerinin reklamlarını yapıyor, diğer tarafta utanmadan çocuk işçiler çalıştırıyor.

Bir markanın söyleminin samimi olması için üstlendiğini söylediği sorumlulukların ve sürdürülebilirlik hikayesinin kendi çalışanlarından başlaması gerekmez mi?

Tam tersinden de düşünelim, bir markanın sürdürülebilirlik projesinin samimi bir şekilde hayata geçmesi için ancak içeriden dışarıya doğru hissedilen bir ortak çalışanlar ruhuyla hazırlanması gerekmez mi?

İster sosyal sorumluluk olsun ister sürdürülebilirlik, bence samimi olmalı bu işler ve ölçülü olmalı bu açıklamalar.

Yani, koca koca ‘sürdürülebilirlik’, ‘karbon ayak izi’ falan gibi laflar etrafta uçuşunca, konu iyice erişilemez ve anlaşılamaz oluyor sokaktaki insan nezdinde.

Aslında başlangıç noktası son derece basitçe ‘insan’ olan bir konuda, “Hadi biz de yapalım bir şeyler” diyen iyi niyetli insanlar konunun neresinden tutacağını dahi bilmiyor, bilemiyor.

Yapılması gerekenler çok basit aslında.

– Önce herkes kendisi için mütevazı bir sorumluluk ve sürdürülebilirlik tarifi yapmalı kendi içinde.

– Sonra da her kurum kendi boyutlarında sahip çıkmalı bu değerlere.

– Ufak hedeflerle başlamalı ve başarılı oldukça sayısını (ve belki de boyutunu) artırmalı bu içselleştirdiği sorumlulukların.

Tabi ki başardıklarınız ve başaramadıklarınız olacaktır, ama işte asıl orada en sürdürülebilir olması gereken şey ortaya çıkıyor ki o da, bıkmadan ve yılmadan uğraşmak.

Daha anlaşılabilir olmak için size kendi deneyimlerimizden, başardıklarımız ya da başaramadıklarımızdan örnekler vereyim müsadenizle.

Mesela bizim sürdürülebilirlik hedeflerimiz neler olabilir MSA’da?
Buzulların erimesini durdurup soyu tükenmekte olan hayvanları ihya edemeyiz ya. Ya da dünyada yaşam zorlaşırsa diye Mars’taki yaşamı kovalayamayız.

Biz ne yapabiliriz MSA olarak?

Ürün ya da enerji sarfiyatımızı azaltabiliriz, çalışanlarımıza ekstra kazanımlar sağlayabiliriz, sistemin senelik kârından öğrenci ya da sporculara destek olacak bütçeler ayırabiliriz, falan filan.

Dikkat ederseniz çalışanlarımız için oluşturabileceğimiz ekstra kazanımları, tanımadığımız insanlara verebileceğimiz ‘havalı yardımlar’dan önce yazdım.

Somut ve başarısız bir örnek size:

Atölyelerde ürün ve malzemeleri katılımcıların önüne porsiyonlanmış şekilde veriyoruz.  Bu hem katılımcı adına müthiş bir kolaylık, hem de MSA adına önemli bir ürün israfı önlemi. Ama gelin ve görün ki inanılmaz bir plastik kap sarfiyatı söz konusu bu sefer de. Ve biz ne yaparsak yapalım bu konuyu bir türlü çözemedik MSA’da.

Neler denemedik ki?

– Hal-i hazırda üretilmiştir diyerek tüm satınalma ekibimizi seferber ettik ama ne yazık ki tüm katılımcılarımıza sunacak miktar ve maliyette alternatif bir ürün bulamadık. 

– Madem piyasada bulamıyoruz, o herhalde ‘henüz üretilmemiş bu ürün’ü biz geliştirelim diye ülke çapında üretim yapan iş ortaklarımız ya da başkalarıyla, önemli üreticilerle görüştük. Onlar da bu ürüne bizden başka talep olmayacağını düşünerek özel üretimi maliyetli buldular ve kimseyi bu kapları üretmeye ikna edemedik.

Halbuki bizim gibi kaç tane firma bu şekilde bir çözüm arıyordur ziyan olan plastik kap derdine acaba, düşünmeden edemiyorum. Buluşabilsek hepimiz için çözüm bulmuş olacağız belkide. Hadi buradan çağrım olsun bu, birlikte bir çözüm bulalım.

Birçok somut ve başarılı örneğimiz de var, birkaçını paylaşayım müsadenizle.

Kurulduğumuzdan beri (17 senedir) gayet sürdürülebilir bir şekilde, ama üç kişi, ama beş kişi, her sene hem burs veriyoruz hem de burslu eğitim veriyoruz gençlere. Sayılarda saçmalamadık ki sürdürülebilir olsun, gelenek olsun MSA için senelerce. Türkiye kazan biz kepçe gerçek tutkusunu kovalayan çocukları buluyoruz (Ama bunları yapıyoruz diye çıkıp çarşaf çarşaf reklam vermiyoruz, hatta duyurmamaya çalışıyoruz bunu elimizden geldiğince). Bazen iş ortaklarımıza bile okutun bu çocukları diye tatlı tatlı baskı yapıyoruz.

Son derece sürdürülebilir bir şekilde yine senelerdir yenilebilir atıklarımızı gün içinde okuldaki özel bir noktada toplayıp hayvan barınaklarına göndermek üzere özenle ayırıyoruz. Bunu ilk yıllarda öngördük ve okul içinde sürekli bir biriktirme ortamı ve kültürü yarattık. Ama barınakların bizimle aynı yürekliliği ve sürekliliği göstermediğine emin olabilirsiniz laf aramızda. Gelip almaktan bile imtina edenler ve “İstersen sen gönder” diye telefonu yüzümüze kapatanlar yüzünden bazı günler toplanan yemeklerin çöpe gittiğini bile söyleyeyim. Siz anlayın artık bizdeki ‘hayvansever’lerin durumunu.

Grohe ile mükemmel bir proje çalıştık seneler önce ve okuldaki tüm musluk suyu tüketimini yüzde 30 civarında azalttık. Faturalar ortada. Az değil, çok tasarruf.

Gıda israfını azaltmakla ilgili tüketicileri bilinçlendirmeyi kendine misyon edinmiş Grundig markasıyla iki yıl önce bizi çok heyecanlandıran bir güç birliği yaptık. Yıl boyunca hem okuldaki atölye katılımcılarımıza, hem de sosyal medya aracılığıyla on binlerce mutfak tutkununa, mevsiminde tüketim, atıksız mutfak ve enerji tasarrufuyla ilgili hem bilgilendirici paylaşımlar, hem de spesifik projeler yapıyoruz.

Bu arada okulda profesyonel eğitimler, atölyeler ve diğer aktivitelerde kullanılmak için son derece titizlikle ölçümlenmiş bir gıda satın alma işlemi yapılıyor, ama yine de bazı durumlarda kullanılamayan gıda malzemeleri elimizde kalabiliyor. Bu malzemeler MSA’nın aile yemekhanesinde değerlendirilmek üzere,  görevli eğitmen şefler ve stajyer öğrenciler tarafından günlük olarak ‘spontane’ bir şekilde kullanılıp, harika yaratıcı yemeklere dönüştürülüyor (Görmenizi çok isterdim).

Yine dijital birkaç akıllı projeyle (anketler, katılım belgeleri, iletişim belgeleri vb.) kağıt sarfiyatımızı yüzde 50’ler civarında azalttık. Orman değildir belki ama kendimizce bayağı bir ağaç kurtardık diyebilirim, uzaktan da olsa.

Hadi size bir de fırından yeni çıkmış proje: Gıda Bilgisi Temel Eğitimdir. MSA’nın bu projedeki vizyonu temel gıda ve doğru beslenme bilgisinin çocukluk evresinde çocuklara seviye seviye ilerleyen bir müfredatla aktarılmaya başladığı bir eğitim sistemini ülke çapında hayata geçirmek. Amacımız dünyanın neresine giderse gitsin temel gıda bilgisi ve doğru pişirme yetkinliğine sahip, kendine yeten, çevresine bu yetkinlikle ilham veren çocukların yetişmesine ön ayak olmak.

Nasıl, fena değil değil mi? İşte size hem bilgimize hem de boyumuza göre proje.

Bu adımlar küçük görünmekle birlikte aslında hızlıca aksiyon alınabilen işler ve hep dediğim gibi, sürdürülebilirlik için önce kendi içimizden başlamalı, dev hedefler yerine uygulanabilir hedefler koymalı ve zaman içinde bu hedefleri büyütmeliyiz.

Ha bi’ de unutmadan, bir tek kadın erkek eşitliğinde başarılı olamamışız sanırım (yukarıda yazmayı unutmuşum), sizin için saydık MSA yönetiminde 18 kadın ve bir erkek yönetici var.

Örnekleri artırabilirim ama konumuz MSA değil, konumuz boyumuza göre işler üslenmek.

İster birey olalım ister kurum, yapılabilecekleri şöyle bir keyifle sıralayıp yazımı bitireyim.

– Boyumuza göre sürdürülebilirlik tariflerimizi yapalım kendi içimizde.

– Üstlenilen projenin kurumun DNA’sı içinde varolmasına çok önem verelim.

– Yakın çevremiz öncelikli olmak üzere kimin hayatında neyi nasıl değiştirebileceğimize odaklanalım.

– Birilerine fayda üretirken başka kişi ya da yerlere zarar vermeyelim.

– Sürdürülebilirlik ve sorumluluk algısını insanların kafalarında erişilebilir ölçeklerde konumlandıralım.

– Evde neler yapılabilir, işte neler yapılabilir, STK’larla neler yapabiliriz, bunlara bi’ bakalım.

– Becerebilirsek eğitim kurumlarının müfredatlarına da bu konuyu koyalım ki, bu bilinç evlerimize de taşınsın.

– Bu arada basın samimi olarak nasıl destek olabileceğine karar versin.

– Bu arada devlet ne yapacağına da artık kendi ölçeklerinde baksın.

Yazarın ukalalığı… Dünyayı temizlemeye kalkmayın, evinizin içini ve önünü güzelce temizleyin, dünya tertemiz olur.